top of page

Anadolu Mimari Manifestosu
Anadolu'da herkes kendi evinin mimarıdır.

  İnsanoğlu olarak dünyaya ilk geldiğimiz günden beri yaşadığımız çevreye hayatta kalmak için uyum sağlıyoruz fakat bu adaptasyonun bedeli çevreyi yok etmek üzerine kurulu. Tarih boyunca her çağda en dominant tür olarak günümüze kadar hayatta kalabilmişiz ve bu sayede antropojen dediğimiz çağda çevreye kendi ihtiyaçlarımıza göre şekil verebiliyoruz. hala insanın egosu ve benlik duygusu yüzünden ekolojik bakış açısına henüz ulaşmış değiliz. Bu bakış açısı ancak doğayla bir bütün olarak ve onunla iş birliği yapılarak sağlanabilir. Ben yarattım, ben yaptım, ben tasarladım üzerine kurulu kısır bir döngüde herkes toplumda yer edinmeye çalışıyor. Ne yazık ki bu bahsettiğim şehirde yaşıyan ve o yarışta kendine pay biçmek için hayatı boyunca uğraşan insanların sonunda tatmin olmayışı ve daha fazlasının istemesi için tasarlanan bi dünyanın parçasıyız. Sonunda ulaşılan veya ulaşılmaya çalışılan nokta sınırsızdır. Bu sayede insanın mutluluk arayışı sonsuz bir döngüye girer ve doyumsuz bakış açısı yer edinir. İnsan kendi kafasını bir çatıya sokmak ve karnını doyurmak için gece gündüz onca stresin ve çalışma saatinin içinde hayatta kalmaya çalışır. Tabiki insanın şehirdeki ihtiyaclarını gidermek için ve şehirde kalmasını sağlamak için yapılan bu düzende ne kadar doğaya ve kendi kimliğimize yakın yaşıyoruz?

 Hepimizin zaten bildiği veya öğrenmeye çalıştığı bu oyun, aslında farkına varsakta içinden çıkmak için kendimizi kandırdığımız her vakit bir rutine dönüyor ve sonunda asıl kendimizi bu rutinde nasıl hissettiğimiz olarak görüyor ve kendimize daha çok yalan söylüyoruz. Her insanoğunda bu uyanış potansiyeli bulunmakta olup buna açılan tek kapı doğadan geçmektedir. Doğa insanın kendi içinde başlayan bir kapıdır ve doğaya bir kere kucak açınca o tarif edilemez ve insanın içini kıpır kıpır yapan duygu gelir. Bu duygu aslında gerçek bizizdir. 45 bin yıl önceden gelen samimi bir bağlanma hissidir. Eğer bu hissi koruyup kendi çevremize aşılayabilseydik bugün daha doğal ortamlarda yaşayabilirdik. Teknoloji ve yaşadığımız sistemin bu kadar hızlı ilerlemesinin ve her geçen gün biraz daha dijitalleşmemizin aslında bir dez avantajı, sisteme nekadar bağlı kalmaya çalışsakta evrim aslında okadar hızlı ilerleyen bir süreç değil, ruhumuz ve bedenimiz bu ortamları kabul etmesede beynimiz hayatta kalma ve uyum sağlama mekanizması yüzünden kabulleniyoruz yani aslında istemediğimiz bir ortamda bulunuyoruz. Doğada herşey yavaştır ve uyum üzerine kurulmuştur ve nekadar kendimizi kandırsakta atalarımızdan kalma doğayla uyum içinde yaşama iç güdüsü mevcuttur. Yeşil alanların günümüzde bir lüks olarak görülmesi ve doğaya bukadar muhtaç kalmamız bu algıya bir örnektir. Uzak doğu medeniyetlerinde ve şehirlerden uzak yaşayan topluluklarda meslek veya çalışma kelimesi mevcut değildir zaten hayatta kalmak için yapılması gerek olaylar zincirinde taşra insanı hayatta kalmak için mücadele vermektedir. Ne zaman şehirleşmeye başladık ve sanayi devrimi gerçekleşti, hayatımız bir okadar kolaylaştı gibi gözüksede aslında kendi doğamızdan bir o kadar uzaklaştır ve meslek diye adlandırdığımız modern kölelik sisteminde kendimizi bulduk.

 Doğayla iş birliği içinde hayatımızı devam ettirmenin çözümü şehirlerden kaçmak veya yeni yapılar inşaa etmek değil aksine elimizde olanı en iyi şekilde değerlendirmeli ve elimizdekiyle yetinmeliyiz. Doğaya giden en mutlak yol hiçbir şey yapmamaktan ve doğanın kendisini iyileştirmesine izin vermekten geçer. Daha güzel binalar, parklar, yapılar veya inaılmaz tasarımların arkasında tabiki çok fazla emek ve çalışma saati var fakat insanoğlu yönünü doğayla iş birliği yapmaya çevirseydi ve bu kadar efor sarfetmeseydi sonu olmayan daha güzelini tasarlama yarışında kendini bulmayacaktı. İnşa etmek yerine olanı temizlemek, şehirlere nefes alıcak boşluklar tasarlamak, kendimizi havada uçan bir kuştan ayırt etmeden şehirlerde ve yerleşim yerlerinde kendi yuvalarımızı inşa etseydik, toprağı ve şehirlerimizi yavaşça ona bakarak ve anlayarak pürüzleseydik eğer, şuan elimiz kolumuz bağlı olmazdık. Sorunlara kısa dönemli ve pahalı çözümler getirmek insanoğlunun egosunu yükseltmekten başka birşey değildir fakat kendimizi ekolojik döngügün için gördüğümüz zaman ancak dünyamız iyileşmeye başlayacaktır. Sorunların köküne odaklandığımızda ve doğru eylemle harekete geçmeye başladığımızda gelecek kuşaklara doğa ile uyumlu kimliği ve kişiliği kuvvetli ortamlar ve nesiller bırakabiliriz.

 Herkes kendi evinin mimarıdır. Bu cümle günümüz ünivesite ve meslek yaşamı dışında geçerlidir. Eski çağlardan beri insanlar bulundukları çoğrafyalarda etraflarında buldukları malzemeler ve kalıntılarla kendilerine barınak ve dış etkenlerden korunmak için ‘’doğal’’ yapılar inşa etmişlerdir. Günümüzde doğal ve organik sözcükleri aslında yeni kazandığımız ve bulunduğumuz çevreden ayırt etmek için seçtiğimiz sözcüklerdir. Atalarımızın bu kelimeleri seçmelerine gerek yoktu. Bu yapıları inşa etmelerinin sebebi hayatta kalma iç güdüleriydi fakat günümüzde mimarlık sadece bizim yarattığımız ve meslek diye tabir ettiğimiz kalıplar içinde yerini almaktadır. Geçmiş zamanda mimarlar aynızamanda mühendis, ekolojist, sanatçı, botanist, kimyager ve daha birçok günümüzde belirlediğimiz disiplinlere sahiplerdi çünkü yapıları ve mekanları bir bütün olarak görüyorlardı. Günümüzde ise mimarlık tamemen kendi doğasından uzak insanı tatmin etmek üzerine kurulu bir sistemin parçasıdır. Yani eğer herkes kendi evinin mimarı olsaydı ne bugün ekolojik, nede yeşil ve doğal mimariye ihtiyacımız olucaktı. Bu terimler insanoğlunun tekrardan özüne dönme çabasının eseridir.

 Şehirlere yeni binalar inşa ederken, mevcut olan tarihi dokuyu ve kimliğe zarar verip şehirlerimizi delik deşik ediyoruz. Daha güzel binalar yapalım derken kendi kimliğimizden uzaklaşıyoruz ve kim olduğumuzu unutmamız an meselesi. Agresif ve kuvvetli eylemlerle inşa ettiğimiz her yapı kısa zamanlı iyileştirme yapsa da uzun vadede zararı daha fazladır. Fakat yeryüzünde ve toprağımızda olanı görüp onu güzelce bir zımparayla pürüzler gibi sahip olduğumuz eserleri hayata geri katabilirsek eğer uzun vadede yaşanabilir ortamlar üretebiliriz. Bu bakış açısını alışkanlık haline getirmeli ve bu mimari ilizyondan uyanmalıyız. Kim bilir kaç tane unutulmuş Camii, Kilise, Sinagog, köy, hanlar, meydanlar, tarihi kalıntılar vardır Anadolu’da. Fakat günümüzde standartlaştırılmış mimari yüzünden Anadolu’daki şehirlerimiz bile kendi kimliklerini kaybetmek üzereler ve geri dönüşü olmayan bir yola girmemiz an meselesidir.

 Köylerimize, mahallelerimize ve yerleşim yerlerimize daha fazla değer verilip koruma ve onarım adı altında yerel komiteler eşliğinde analizler yapılıp doğru eylemler için verimli adımlar atılabilir. Eğer bu bakış açısı mimariye kazandırılırsa bilinen yerlerin aksine ülkemizin her bir köşesi küçük noktalar halinde değer kazanıp bir bütün doku haline gelebilir. Yerel malzeme ve teknikler hatta bunları yapan en iyi ustalar ve zanaatçılar belirlenerek yerek dokuları korumaya, insan yaşamını daha kaliteli bir hal almasına ve yerel mikto turizme katkıda bulunmasını sağlayabiliriz. Yerel halkı dinleyip mimari ve yerleşim sorunları belirlenip, doğal bir kalkınma planı oluşturulmalı. Bu plan her yerel yerleşim için ayrı özellikler taşıyıp aynı çatı altında olmalıdır. Zor olan yeni bir yapı inşa etmek yerine elimizdekilerle nasıl yetinebiliriz ve doğru eylemlerde bulunabiliriz bakış açısı olmalıdır. Bu bölgeler haritalandırılıp, yerel halkla röpörtajlar yapılmalı ve gerekli kurumlara çözümler sunulmalı ve mikro kalkınma müdahaleleri yapılmalıdır. Bu şekilde sanat ve zanaat temelli yerleşimler kurulup unutulmuş ve kaybolmakta olan yerleşim yerleri dış göç vermeyi bırakıp tersie göç alması sağlanabilmelidir. Yerel eğitim kurumları bu bilinci sağlamalı ve yerel halkı yapılan müdahalelerde katılımları sağlanmalı.

 Eğer yerel halka bu kalkınma imkanları sunulup çevresindeki çoğrafya ya sahip çıkacağı sosyo-ekonomik imkanlar sunulursa, yeni iş imkanları altyapısı oluşturulur ve kırsal kalkınmaya katkı sağlanır. Bu sayede kaybolmakta olan Anadolu insanı köylerinden göç vermek durumunda kalmaz ve bulunduğu çevreyi korumayı kendi amacı olarak benimser.  

bottom of page